28 Eylül 2011 Çarşamba

Bahçeşehir Gölet'teyiz

Hafta sonu uyuşuk uyuşuk uyanıp, kahvaltı yapınca dışarı çıkmak da iyice öğleden sonralara kalınca biz de karşıya geçmekten vazgeçip, yakın çevrelerde bir yerlere gidelim dedik. uppss amma uzun oldu bu cümle :p

Doğruca Bahçeşehir Gölet'e gittik. Daha önce gitmemiştim ben o taraflara. Şansımıza hafta sonu olmasına rağmen bile kalabalık değildi. Gölün etrafında dolandık bol bol, göldeki ördeklere, kazlara simit attım.

Sonra yorulunca sakin bir yer bulup ayakkabılarımızı çıkarıp, kötü enerjimizi toprakladık ;)

Kocacım bana bol bol fotoğraflar çekti, hatta poz vermekten yoruldum bile diyebilirim.

Bir dahaki sefere çimenlerin üzerine termostan çay içme gibi planlarımız var. Belki kitap bile okunabilir. Öyle sessiz, sakin huzurlu bir yer ki. Gitmediyseniz, yolunuz da o taraflara düşerse kış da gelmeden mutlaka gezin dolaşın derim.



Çıplak ayaklı ben :)


Gölet manzarası

Fotoğraflarla yazımı bitiriyorum gençler. Yine gelirim nasılsa. Allah'a emanet..

25 Eylül 2011 Pazar

Bu sefer de Orduspor Maçında Kübiko :)

Öncelikle belirteyim, bu oldukça gecikmiş bir yazıdır!!

Evleneli henüz 3 ay oldu ve 3 maça gittik eşimle. Galiba eşimin de söylediği gibi balayımızı tribünlerde geçiriyoruz biz :))

Orduspor - İBB maçındaydık bu sefer. Maç 1-1 bitti. Orduspor'un kalecisi her kimse tebrik etmek istiyorum kendisini. Ya belediyenin futbolcuları kucağına kucağına attı topları ya da bu adam iyi kestiriyor şutun gelişini. İyiydi yani.

Maç başlamadan önce baktım yanımdaki genç çit çit çitliyor. "Ay" dedim "bu ne böyle çitlemeye" gelmiş :p Güldüm ya başıma geldi, ikinci yarı aldık biz de ceğürdeklerimizi başladık çitlemeye. Neredeyse küçük bir paket çekirdeği bitirdim.
İlk yarı bitince şu tribünün tepesine bi çıkalım dedim, demez olaydım, nefesim kesildi resmen. Tabi çıkmışken de fotoğraf çekmeden inmedik aşağıya. O uzaklıktan benim bozuk gözlerim, sahadaki insanları karınca gibi gördü sanki :)


Son olarak da Ordu'lu kocasının, Rize'li eşi olarak Orduspor atkımla poz veriyorum ve futbolsal postumu burada bitiriyorum. Yine yaziciiim merakta kalmayın yavrilarım :))


12 Eylül 2011 Pazartesi

Kübi şimdi de Gs maçında

Yeni bir haftada yeni bir postum olsun dedim, kısa ama öz olsun dedim ve yazıyorumm :)
Bugün de ilkokul 1ler okula başlıyormuş. Ah benim okula başladığım o gün geldi aklıma da, ne zaman geçmiş onca vakit. Çok metanetli bir çocuktum, annemden ayrılıp sınıfıma geçerken hiç ağlamamıştım. 
Her neyse, başarılar diliyorum yavrucuklara, annelerine de Allah kolaylık versin.

Taze taze yazayım hemen dün Galatasaray İbb maçına gittik. Bu 
sefer bizimle beraber kayın pederim, eşimin abisi ve yine eşimin arkadaşı da vardı. Olimpiyat Stadı'na daha önce hiç gitmemiştim tabii. Kocaman bir stat ve bu mevsimde bile buz gibi. Giriş ve çıkışları da oldukça yetersiz. Zaten ulaşım bile ayrı bir mesele. Herhalde yakın zamanda orası için toplu taşıma çözümleri getirilir diye düşünüyorum. 
Stadın önündeki halimi görüyorsunuz değil mi. Çok taraftar modundayım. Formayı eşimden aşırdım, başıma da kırmızı ipek şalımı taktım. Çok da hevesliydim; ama bu maçı hiç sevmedim ben. Yerimiz güzeldi, gayet güzel izleyebildik; ama Galatasaray hiç güzel oynayamadı. Bence belediyenin futbolcuları çok daha iyiydi. En azından daha çok gol pozisyonu yarattılar. Hatta ilk gol Gs futbolcuları için bir rezillikti bence. O kadar paslaştılar, yine de bir tanesi alamadı topu, öyle de gol attılar zaten. Biz de bu arada hop oturduk, hop kalktık. Mecazi değil gerçekten otur kalk, otur kalk bir hal oldum valla. Hayır gülesim geliyor. Bir şey de olacak değil; ama azıcık kaleye yaklaşınca bizimkiler, hooooopp kalkıyoruz, sonra her seferinde 'Ah bee, Tüh be'lerle oturuyoruz. Bi yanımdaki eşim kalkıyor, yerinde oturamıyor. Kayın pederimse milletin kalkmasından rahatsız oluyor. Yukarıdan pet şişe atıldıkça seyircinin seviyesizliğinden şikayet ediyor, 'Biz eskiden grand tuvalet gelirdik maçlara' diyor :) 
Hâl böyle olunca ne yapacağımı şaşırmadım değil :) 

Bir de maça gidince kulağımda hep bir spiker sesi olsun istiyorum :) Futbolcuları tanımıyorum, bi olaylar bişiler oluyor çözemiyorum, hâlbuki spiker anlatsa orada çok süper olacak :Pp Bir dahakine kulaklığımı tek kulağıma takıp dinlemeyi planlıyorum :))

Ve eşimle beenn.. Olimpiyat hatırası şeklinde bir foto oldu bu da :)
Bir maç anımın daha burada sonuna gelmiş bulunmaktayız gençler. Yazacak bir şeyler bulursam yine gelirim nasılsa. 

He bir de unutmadan eksik kalmak istemedim ben de sonunda kendime bir tumblr hesabı açtım. Daha önceden niyeyse çok antipatik geliyordu bana tumblr; ama geçenlerde dayanamadım. Buranın yeri ayrı tabi. Orada sadece çektiğim güzel fotoğrafları, hoşuma giden sözleri, videoları, şarkıları paylaşmayı düşünüyorum. Buradan ulaşabilirsiniz siteme. 

Kendinize iyi bakın gençler. Görüşmek üzere.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Türkiye - Kazakistan Maçındayızz..

Eveeeett. Cuma günü milli maçtaydık eşimle.
Kendisine çoktandır rica ediyordum beni maça götürmesi için. Koyu Gsli olduğu için arenadaki bütün maçlara gider. Ama beni götürmeyi hep reddediyor. Neyse ki milli maç için bilet alıp bana sürpriz yapınca ben de ilk kez maça gitmiş bulundum :)

Otoparklar açık olmadığı için stada yakın bir yere arabamızı bırakıp metrobüsle Seyrantepe'ye gittik. Ama o nasıl bir gidiş. Metronun merdivenlerinden indikçe artan bir kalabalık. Bir de üstüne eşiminin "Bu daha hiç bir şey" demesi beni iyice ürküttü çaktırmasam da :) Kocaman bir kalabalıkla metrobüse bindik, hemen kendime bir yer bulma çabasındaydım ki, sağolsun asil bir beyefendi bana yer verdi de oturabildim. Mis(!) kokular eşliğinde 2 dakikalık yolculuğumuzu tamamladık. Ama asıl olay ordan sonra başladı. Koştura koştura turnikemize gittik ve Arena'ya girmiş olduk. Aman Allah'ım!! O ne büyük bir stad. Hoş görmüş olduğum hali hazırda başka bir stadyum yok; ama neyse boşver çaktırmayalım :p
Biletlerimizi Biletix'ten satın aldığı için eşim, yerlerimizi seçme şansı olmamış. En öndeydik ve stadın içinde futbolcuların yanında gibiydik. Benim gibi futbol özürlüsü biri için pek anlamlı değildi tabi o seviyeden :p 

Önceleri tepedeki scoreboarda ne kadar kaldı diye bakıp bakıp durdum; ama sonra bi baktım ilk yarı bitmiş gitmiş. Heyecanlanıyor insan ister istemez, top ordan oraya uçup duruyor, gol atacak karşı takım diye ödün kopuyor. Bir de bi olay var kı, bu adamların maçı stadda izlerken bile ağızları durmuyor :) 

Yalnız bana en komik gelen olayı anlatayım size; Kazakistan durumu 1-1 yapınca golü atan futbolcuydu yanılmıyorsam Türklerin yaptığı tezahuratlara inat geldi hemen önümüzde elini kulağına getirip "efendiimm, duyamadım" tarzında bir hareket yaptı. Eşim ayağa kalkıp bir celallendi bu duruma; ama bana çok komik geldi. Empati lütfen diye uyardım kendisini de :Pp

Maç 1-1 olunca son dakikalara doğru eşim, kalabalığa kalıp perişan olmayalım diye erkenden çıkardı beni. İlk gittiğim maçın skoru bu mu olacak diye çok vahlandım. Ama bir yandan da çok korktum gol olacak diye; hatta "gol olmasa bari yeaa" dedim itiraf edebilirim :)) Tam biz çıkış kapısından çıkarken "gooooooll" sesiyle şoka uğradık, birbirimize sarılıp hoplayıp zıpladık, golü görememiş olsak da :)
Böylece ilk gittiğim maçta da yüzümüz gülmüş oldu. Ya kaybetseydik, bir totem olacaktım ve maçlara götürülmemek için sözde geçerli bir sebep olacaktım mazaallah :p

İşte böyle gençler. İnşallah bundan başka da bu tarz maceralarım olur. Duyuyorsun dimi beni Sayın Oviç :)




3 Eylül 2011 Cumartesi

Ramazan Bayramımız

Evett.. Ramazan ayı da geçip gitti. Hatta bayramı bile bitirdik. Sayılı günler ne de çabuk geçiyor değil mi?

Ramazan bitmeden önce son soframı paylaşmak istedim; ama bir türlü fırsat olmadı. Son iftar soframı annemler ve kayınvalidemler için kurdum. Menüm şu şekildeydi;
  • Lebeniye Çorbası
  • Muâllâ
  • Karalahana dolması(kayınvalidem'den)
  • Köz patlıcanlı biberli börek
  • Pratik güveç
  • Pilav
  • Etimek tatlısı
Pratik güvecim biraz fiyasko oldu; çünkü kemikli et almışım güveçlik diye. Kemikli olmasına rağmen yine de lezzetliydi diyebilirim belki. Bir de etimek tatlım biraz sulu olmuş. Sanırım etimeklerin üzerine eklediğim karamelli su fazla gelmiş. Servis esnasında biraz sıkıntılı oldu; ama yine de lezzetliydi. Fotoğrafı kardeşim çekmiş, henüz ben tamamlamadan sofrayı. Yine istediğim gibi bir fotoğraf olmadı elimde :) 

Salı, yani bayram sabahı erkenden uyanıp kayınvalideme götürmek üzere patatesli poğaça yapmaya niyetlenmiştim; ama ne yazık ki erken kalkamadım. Kayınvalidemin telefonuyla uyandık da neyseki eşim bayram namazına yetişebildi. Ben de o arada hemen poğaçalarımı yapmaya koyuldum. Fazla fazla yaptım bir de, annemler Rize'ye giderken yanlarında yolluk olsun dedim ;) Eşim camiden gelince, birlikte ilk bayramımızı kutladık. Sonra hazırlanıp kayınvalidemlere kahvaltıya gittik. 
Oraya gelen giden misafirlerle bayramlaşıp, yenilip içildikten sonra doğruca önce babannemle dedemi, sonra da annem babam ve kardeşimi görmeye gittik. Annem bize süper bir sofra kurdu. Onca yemiş içmişliğimize rağmen dayanamadık yine yedik içtik. Çok fazla oturup da onları da uykusuz bırakmak istemedik, zira ertesi sabah Rize yolcusuydular. Ki şmdilerde Rize dağbaşında püfür püfür oturuyorlar :) Ah bu sene zaten kim yok ki Rize'de. Herkes benim evlenmemi beklermiş gibi orda bu bayramda. "Benim için de bol bol gezin eğlenin" diyorum her konuştuğuma :)

Bayramın 2. günü yine bayram ziyaretlerindeydik. Eşimin dedesine, ordan başka bir tanıdıklarına ordan da dedeme geçtik Ümraniye'ye. Dayımları, Ankara'dan gelen teyzemi, kuzen Salih ve eşi Gamze'yi görüp bayramlaştık. 


Bayramın 3. günü artık İstanbul'da kalmayalım dedim ve bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi eşimin abisi eltim ve minik delikanlı Emirhan'la Edirne yoluna koyulduk. Açıkcası Edirne beni çok şaşırttı. Niyeyse hayalimde daha gelişmiş bir şehir bekliyordum ben. Orda da dediğim gibi Osmanlı padişahları ne yapmışsa o kadarla kalmış garip Edirne.

Edirne Selimiye Camii'nin yapımına 1568 yılında başlanıp, 1575'te ibadete açılmıştır. II.Selim'in Mimar Sinan'a yaptırmış olduğu bir camidir. Mimar Sinan Ağa'nın ustalık eseri olduğunu hepimiz az çok biliriz zaten. Buradaki ustalıktan kasıt sanırım yekpare bir kubbeyle bu boyutlarda ve bu yükseklikte bir alanı kapatabilmesiyle ilgili olsa gerek. Aşağıda wikipedia alıntısında kubbeye dair bilgilerden fikir sahibi olabiliriz.

"Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler."





Edirne Selimiye Cami'nin ardından yolumuz Eski Cami'ye çevrildi. Eski Cami'nin yapımına 1403'te başlanmış, 1414'de tamamlanmış. Bu camiye girdiğimde ilk hissettiğim tamamıyla huzurdu. Saatlerce oturup etrafı izleyebilirdim. Selimiye'de elbette güzel bir camiydi; ama kalabalıktan mıdır nedir Eski camii'deki hazzı orada yaşayamadım. Duvardaki devasa hat yazıları en çarpıcı kısımlarıydı. Tabi ahşap işlemeleri de harikaydı. 




Eski Camii'den sonra daha fazla açlığa dayanamayıp meşhur diye tavsiyeler aldığımız Aydın Ciğercisinin yolunu tuttuk ve karşılaştığımız kuyruk bizi şoka uğrattı. İnsanlar daha içeriye girebilmek için metrelerce kuyrukta bekliyorlar. Bir süre biz de bekledik; ama beklemenin saçma olacağını düşünüp, Meşhur Edirne Ciğercisi Kazım Usta'nın yerine gittik. Kazım Usta'yı da işinin başında görünce çok hoşumuza gitti. 1,5 porsiyonluk ciğerlerimizi mutlu mesut mideye indirdik. Zira benim gibi ciğer sevdalısı biri için oldukça harikaydılar. Çok lezzetliydiler yaa, Edirne Kırkpınar Köftecisi'nde yediklerimize hiç benzemiyordu, ah olsa da yesem :)


Karnımızı doyurduktan sonra küçük Edirne turumuza Üç Şerefeli Cami ile devam ettik. Bu camiyi 1443-1447 yılları arasında II.Murat tarafından yaptırılmış. Bu camideki ilk ise revaklı avlunun ilk defa burada uygulanmış olmasıymış. Bu caminin içinde diğer camilerde pek rastlamadığım süslemeler vardı. Camiye adını veren minarenin 3 şerefesi var ve her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktaymış. 




Son durağımız ise Beyazıt Külliyesi'ydi. Külliyeye girer girmez sizi harika bir avlu karşılıyor. Yemyeşil, sessiz mis gibi lavanta kokan bir avlu. Külliyenin içinde zamanında ruh hastalarının su sesi, müzik ve güzel kokularla tedavi edildikleri bir darüşşifası varmış. Şuanda da sağlık müzesi olarak korunmaktaymış; ama biz kapalı olduğu için orayı gezemedik ne yazık ki. Caminin içinde kimsecikler olmadığı için biz daha çok dinlenme yeri ve gölgelik olarak kullandık. Tabi bir de Emirhan paşaya da koskocaman bir yatıp yuvarlanma mekanı oldu. Henüz emeklediği için alabildiğine emekleyebileceği halıyı çok sevdi minik civciv. 


Beyazıt Külliyesi'nden sonra daha fazla geç saate kalmamak için İstanbul yoluna koyulduk. Böylece günübirlik Edirne turumuzu kısıtlı mekanlarla da olsa tamamlamış olduk. Geriye çektiğimiz fotoğraflarımız ve tava ciğerinin damağımızdaki tadı kaldı. Arada bir ciğer yemek için gidilebilir :p


Dün de Türkiye Kazakistan maçındaydık. Ama onu bir başka posta saklamalıyım bence ;) Görüşmek üzereee..

28 Eylül 2011 Çarşamba

Bahçeşehir Gölet'teyiz

Hafta sonu uyuşuk uyuşuk uyanıp, kahvaltı yapınca dışarı çıkmak da iyice öğleden sonralara kalınca biz de karşıya geçmekten vazgeçip, yakın çevrelerde bir yerlere gidelim dedik. uppss amma uzun oldu bu cümle :p

Doğruca Bahçeşehir Gölet'e gittik. Daha önce gitmemiştim ben o taraflara. Şansımıza hafta sonu olmasına rağmen bile kalabalık değildi. Gölün etrafında dolandık bol bol, göldeki ördeklere, kazlara simit attım.

Sonra yorulunca sakin bir yer bulup ayakkabılarımızı çıkarıp, kötü enerjimizi toprakladık ;)

Kocacım bana bol bol fotoğraflar çekti, hatta poz vermekten yoruldum bile diyebilirim.

Bir dahaki sefere çimenlerin üzerine termostan çay içme gibi planlarımız var. Belki kitap bile okunabilir. Öyle sessiz, sakin huzurlu bir yer ki. Gitmediyseniz, yolunuz da o taraflara düşerse kış da gelmeden mutlaka gezin dolaşın derim.



Çıplak ayaklı ben :)


Gölet manzarası

Fotoğraflarla yazımı bitiriyorum gençler. Yine gelirim nasılsa. Allah'a emanet..

25 Eylül 2011 Pazar

Bu sefer de Orduspor Maçında Kübiko :)

Öncelikle belirteyim, bu oldukça gecikmiş bir yazıdır!!

Evleneli henüz 3 ay oldu ve 3 maça gittik eşimle. Galiba eşimin de söylediği gibi balayımızı tribünlerde geçiriyoruz biz :))

Orduspor - İBB maçındaydık bu sefer. Maç 1-1 bitti. Orduspor'un kalecisi her kimse tebrik etmek istiyorum kendisini. Ya belediyenin futbolcuları kucağına kucağına attı topları ya da bu adam iyi kestiriyor şutun gelişini. İyiydi yani.

Maç başlamadan önce baktım yanımdaki genç çit çit çitliyor. "Ay" dedim "bu ne böyle çitlemeye" gelmiş :p Güldüm ya başıma geldi, ikinci yarı aldık biz de ceğürdeklerimizi başladık çitlemeye. Neredeyse küçük bir paket çekirdeği bitirdim.
İlk yarı bitince şu tribünün tepesine bi çıkalım dedim, demez olaydım, nefesim kesildi resmen. Tabi çıkmışken de fotoğraf çekmeden inmedik aşağıya. O uzaklıktan benim bozuk gözlerim, sahadaki insanları karınca gibi gördü sanki :)


Son olarak da Ordu'lu kocasının, Rize'li eşi olarak Orduspor atkımla poz veriyorum ve futbolsal postumu burada bitiriyorum. Yine yaziciiim merakta kalmayın yavrilarım :))


12 Eylül 2011 Pazartesi

Kübi şimdi de Gs maçında

Yeni bir haftada yeni bir postum olsun dedim, kısa ama öz olsun dedim ve yazıyorumm :)
Bugün de ilkokul 1ler okula başlıyormuş. Ah benim okula başladığım o gün geldi aklıma da, ne zaman geçmiş onca vakit. Çok metanetli bir çocuktum, annemden ayrılıp sınıfıma geçerken hiç ağlamamıştım. 
Her neyse, başarılar diliyorum yavrucuklara, annelerine de Allah kolaylık versin.

Taze taze yazayım hemen dün Galatasaray İbb maçına gittik. Bu 
sefer bizimle beraber kayın pederim, eşimin abisi ve yine eşimin arkadaşı da vardı. Olimpiyat Stadı'na daha önce hiç gitmemiştim tabii. Kocaman bir stat ve bu mevsimde bile buz gibi. Giriş ve çıkışları da oldukça yetersiz. Zaten ulaşım bile ayrı bir mesele. Herhalde yakın zamanda orası için toplu taşıma çözümleri getirilir diye düşünüyorum. 
Stadın önündeki halimi görüyorsunuz değil mi. Çok taraftar modundayım. Formayı eşimden aşırdım, başıma da kırmızı ipek şalımı taktım. Çok da hevesliydim; ama bu maçı hiç sevmedim ben. Yerimiz güzeldi, gayet güzel izleyebildik; ama Galatasaray hiç güzel oynayamadı. Bence belediyenin futbolcuları çok daha iyiydi. En azından daha çok gol pozisyonu yarattılar. Hatta ilk gol Gs futbolcuları için bir rezillikti bence. O kadar paslaştılar, yine de bir tanesi alamadı topu, öyle de gol attılar zaten. Biz de bu arada hop oturduk, hop kalktık. Mecazi değil gerçekten otur kalk, otur kalk bir hal oldum valla. Hayır gülesim geliyor. Bir şey de olacak değil; ama azıcık kaleye yaklaşınca bizimkiler, hooooopp kalkıyoruz, sonra her seferinde 'Ah bee, Tüh be'lerle oturuyoruz. Bi yanımdaki eşim kalkıyor, yerinde oturamıyor. Kayın pederimse milletin kalkmasından rahatsız oluyor. Yukarıdan pet şişe atıldıkça seyircinin seviyesizliğinden şikayet ediyor, 'Biz eskiden grand tuvalet gelirdik maçlara' diyor :) 
Hâl böyle olunca ne yapacağımı şaşırmadım değil :) 

Bir de maça gidince kulağımda hep bir spiker sesi olsun istiyorum :) Futbolcuları tanımıyorum, bi olaylar bişiler oluyor çözemiyorum, hâlbuki spiker anlatsa orada çok süper olacak :Pp Bir dahakine kulaklığımı tek kulağıma takıp dinlemeyi planlıyorum :))

Ve eşimle beenn.. Olimpiyat hatırası şeklinde bir foto oldu bu da :)
Bir maç anımın daha burada sonuna gelmiş bulunmaktayız gençler. Yazacak bir şeyler bulursam yine gelirim nasılsa. 

He bir de unutmadan eksik kalmak istemedim ben de sonunda kendime bir tumblr hesabı açtım. Daha önceden niyeyse çok antipatik geliyordu bana tumblr; ama geçenlerde dayanamadım. Buranın yeri ayrı tabi. Orada sadece çektiğim güzel fotoğrafları, hoşuma giden sözleri, videoları, şarkıları paylaşmayı düşünüyorum. Buradan ulaşabilirsiniz siteme. 

Kendinize iyi bakın gençler. Görüşmek üzere.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Türkiye - Kazakistan Maçındayızz..

Eveeeett. Cuma günü milli maçtaydık eşimle.
Kendisine çoktandır rica ediyordum beni maça götürmesi için. Koyu Gsli olduğu için arenadaki bütün maçlara gider. Ama beni götürmeyi hep reddediyor. Neyse ki milli maç için bilet alıp bana sürpriz yapınca ben de ilk kez maça gitmiş bulundum :)

Otoparklar açık olmadığı için stada yakın bir yere arabamızı bırakıp metrobüsle Seyrantepe'ye gittik. Ama o nasıl bir gidiş. Metronun merdivenlerinden indikçe artan bir kalabalık. Bir de üstüne eşiminin "Bu daha hiç bir şey" demesi beni iyice ürküttü çaktırmasam da :) Kocaman bir kalabalıkla metrobüse bindik, hemen kendime bir yer bulma çabasındaydım ki, sağolsun asil bir beyefendi bana yer verdi de oturabildim. Mis(!) kokular eşliğinde 2 dakikalık yolculuğumuzu tamamladık. Ama asıl olay ordan sonra başladı. Koştura koştura turnikemize gittik ve Arena'ya girmiş olduk. Aman Allah'ım!! O ne büyük bir stad. Hoş görmüş olduğum hali hazırda başka bir stadyum yok; ama neyse boşver çaktırmayalım :p
Biletlerimizi Biletix'ten satın aldığı için eşim, yerlerimizi seçme şansı olmamış. En öndeydik ve stadın içinde futbolcuların yanında gibiydik. Benim gibi futbol özürlüsü biri için pek anlamlı değildi tabi o seviyeden :p 

Önceleri tepedeki scoreboarda ne kadar kaldı diye bakıp bakıp durdum; ama sonra bi baktım ilk yarı bitmiş gitmiş. Heyecanlanıyor insan ister istemez, top ordan oraya uçup duruyor, gol atacak karşı takım diye ödün kopuyor. Bir de bi olay var kı, bu adamların maçı stadda izlerken bile ağızları durmuyor :) 

Yalnız bana en komik gelen olayı anlatayım size; Kazakistan durumu 1-1 yapınca golü atan futbolcuydu yanılmıyorsam Türklerin yaptığı tezahuratlara inat geldi hemen önümüzde elini kulağına getirip "efendiimm, duyamadım" tarzında bir hareket yaptı. Eşim ayağa kalkıp bir celallendi bu duruma; ama bana çok komik geldi. Empati lütfen diye uyardım kendisini de :Pp

Maç 1-1 olunca son dakikalara doğru eşim, kalabalığa kalıp perişan olmayalım diye erkenden çıkardı beni. İlk gittiğim maçın skoru bu mu olacak diye çok vahlandım. Ama bir yandan da çok korktum gol olacak diye; hatta "gol olmasa bari yeaa" dedim itiraf edebilirim :)) Tam biz çıkış kapısından çıkarken "gooooooll" sesiyle şoka uğradık, birbirimize sarılıp hoplayıp zıpladık, golü görememiş olsak da :)
Böylece ilk gittiğim maçta da yüzümüz gülmüş oldu. Ya kaybetseydik, bir totem olacaktım ve maçlara götürülmemek için sözde geçerli bir sebep olacaktım mazaallah :p

İşte böyle gençler. İnşallah bundan başka da bu tarz maceralarım olur. Duyuyorsun dimi beni Sayın Oviç :)




3 Eylül 2011 Cumartesi

Ramazan Bayramımız

Evett.. Ramazan ayı da geçip gitti. Hatta bayramı bile bitirdik. Sayılı günler ne de çabuk geçiyor değil mi?

Ramazan bitmeden önce son soframı paylaşmak istedim; ama bir türlü fırsat olmadı. Son iftar soframı annemler ve kayınvalidemler için kurdum. Menüm şu şekildeydi;
  • Lebeniye Çorbası
  • Muâllâ
  • Karalahana dolması(kayınvalidem'den)
  • Köz patlıcanlı biberli börek
  • Pratik güveç
  • Pilav
  • Etimek tatlısı
Pratik güvecim biraz fiyasko oldu; çünkü kemikli et almışım güveçlik diye. Kemikli olmasına rağmen yine de lezzetliydi diyebilirim belki. Bir de etimek tatlım biraz sulu olmuş. Sanırım etimeklerin üzerine eklediğim karamelli su fazla gelmiş. Servis esnasında biraz sıkıntılı oldu; ama yine de lezzetliydi. Fotoğrafı kardeşim çekmiş, henüz ben tamamlamadan sofrayı. Yine istediğim gibi bir fotoğraf olmadı elimde :) 

Salı, yani bayram sabahı erkenden uyanıp kayınvalideme götürmek üzere patatesli poğaça yapmaya niyetlenmiştim; ama ne yazık ki erken kalkamadım. Kayınvalidemin telefonuyla uyandık da neyseki eşim bayram namazına yetişebildi. Ben de o arada hemen poğaçalarımı yapmaya koyuldum. Fazla fazla yaptım bir de, annemler Rize'ye giderken yanlarında yolluk olsun dedim ;) Eşim camiden gelince, birlikte ilk bayramımızı kutladık. Sonra hazırlanıp kayınvalidemlere kahvaltıya gittik. 
Oraya gelen giden misafirlerle bayramlaşıp, yenilip içildikten sonra doğruca önce babannemle dedemi, sonra da annem babam ve kardeşimi görmeye gittik. Annem bize süper bir sofra kurdu. Onca yemiş içmişliğimize rağmen dayanamadık yine yedik içtik. Çok fazla oturup da onları da uykusuz bırakmak istemedik, zira ertesi sabah Rize yolcusuydular. Ki şmdilerde Rize dağbaşında püfür püfür oturuyorlar :) Ah bu sene zaten kim yok ki Rize'de. Herkes benim evlenmemi beklermiş gibi orda bu bayramda. "Benim için de bol bol gezin eğlenin" diyorum her konuştuğuma :)

Bayramın 2. günü yine bayram ziyaretlerindeydik. Eşimin dedesine, ordan başka bir tanıdıklarına ordan da dedeme geçtik Ümraniye'ye. Dayımları, Ankara'dan gelen teyzemi, kuzen Salih ve eşi Gamze'yi görüp bayramlaştık. 


Bayramın 3. günü artık İstanbul'da kalmayalım dedim ve bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi eşimin abisi eltim ve minik delikanlı Emirhan'la Edirne yoluna koyulduk. Açıkcası Edirne beni çok şaşırttı. Niyeyse hayalimde daha gelişmiş bir şehir bekliyordum ben. Orda da dediğim gibi Osmanlı padişahları ne yapmışsa o kadarla kalmış garip Edirne.

Edirne Selimiye Camii'nin yapımına 1568 yılında başlanıp, 1575'te ibadete açılmıştır. II.Selim'in Mimar Sinan'a yaptırmış olduğu bir camidir. Mimar Sinan Ağa'nın ustalık eseri olduğunu hepimiz az çok biliriz zaten. Buradaki ustalıktan kasıt sanırım yekpare bir kubbeyle bu boyutlarda ve bu yükseklikte bir alanı kapatabilmesiyle ilgili olsa gerek. Aşağıda wikipedia alıntısında kubbeye dair bilgilerden fikir sahibi olabiliriz.

"Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler."





Edirne Selimiye Cami'nin ardından yolumuz Eski Cami'ye çevrildi. Eski Cami'nin yapımına 1403'te başlanmış, 1414'de tamamlanmış. Bu camiye girdiğimde ilk hissettiğim tamamıyla huzurdu. Saatlerce oturup etrafı izleyebilirdim. Selimiye'de elbette güzel bir camiydi; ama kalabalıktan mıdır nedir Eski camii'deki hazzı orada yaşayamadım. Duvardaki devasa hat yazıları en çarpıcı kısımlarıydı. Tabi ahşap işlemeleri de harikaydı. 




Eski Camii'den sonra daha fazla açlığa dayanamayıp meşhur diye tavsiyeler aldığımız Aydın Ciğercisinin yolunu tuttuk ve karşılaştığımız kuyruk bizi şoka uğrattı. İnsanlar daha içeriye girebilmek için metrelerce kuyrukta bekliyorlar. Bir süre biz de bekledik; ama beklemenin saçma olacağını düşünüp, Meşhur Edirne Ciğercisi Kazım Usta'nın yerine gittik. Kazım Usta'yı da işinin başında görünce çok hoşumuza gitti. 1,5 porsiyonluk ciğerlerimizi mutlu mesut mideye indirdik. Zira benim gibi ciğer sevdalısı biri için oldukça harikaydılar. Çok lezzetliydiler yaa, Edirne Kırkpınar Köftecisi'nde yediklerimize hiç benzemiyordu, ah olsa da yesem :)


Karnımızı doyurduktan sonra küçük Edirne turumuza Üç Şerefeli Cami ile devam ettik. Bu camiyi 1443-1447 yılları arasında II.Murat tarafından yaptırılmış. Bu camideki ilk ise revaklı avlunun ilk defa burada uygulanmış olmasıymış. Bu caminin içinde diğer camilerde pek rastlamadığım süslemeler vardı. Camiye adını veren minarenin 3 şerefesi var ve her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktaymış. 




Son durağımız ise Beyazıt Külliyesi'ydi. Külliyeye girer girmez sizi harika bir avlu karşılıyor. Yemyeşil, sessiz mis gibi lavanta kokan bir avlu. Külliyenin içinde zamanında ruh hastalarının su sesi, müzik ve güzel kokularla tedavi edildikleri bir darüşşifası varmış. Şuanda da sağlık müzesi olarak korunmaktaymış; ama biz kapalı olduğu için orayı gezemedik ne yazık ki. Caminin içinde kimsecikler olmadığı için biz daha çok dinlenme yeri ve gölgelik olarak kullandık. Tabi bir de Emirhan paşaya da koskocaman bir yatıp yuvarlanma mekanı oldu. Henüz emeklediği için alabildiğine emekleyebileceği halıyı çok sevdi minik civciv. 


Beyazıt Külliyesi'nden sonra daha fazla geç saate kalmamak için İstanbul yoluna koyulduk. Böylece günübirlik Edirne turumuzu kısıtlı mekanlarla da olsa tamamlamış olduk. Geriye çektiğimiz fotoğraflarımız ve tava ciğerinin damağımızdaki tadı kaldı. Arada bir ciğer yemek için gidilebilir :p


Dün de Türkiye Kazakistan maçındaydık. Ama onu bir başka posta saklamalıyım bence ;) Görüşmek üzereee..