3 Eylül 2011 Cumartesi

Ramazan Bayramımız

Evett.. Ramazan ayı da geçip gitti. Hatta bayramı bile bitirdik. Sayılı günler ne de çabuk geçiyor değil mi?

Ramazan bitmeden önce son soframı paylaşmak istedim; ama bir türlü fırsat olmadı. Son iftar soframı annemler ve kayınvalidemler için kurdum. Menüm şu şekildeydi;
  • Lebeniye Çorbası
  • Muâllâ
  • Karalahana dolması(kayınvalidem'den)
  • Köz patlıcanlı biberli börek
  • Pratik güveç
  • Pilav
  • Etimek tatlısı
Pratik güvecim biraz fiyasko oldu; çünkü kemikli et almışım güveçlik diye. Kemikli olmasına rağmen yine de lezzetliydi diyebilirim belki. Bir de etimek tatlım biraz sulu olmuş. Sanırım etimeklerin üzerine eklediğim karamelli su fazla gelmiş. Servis esnasında biraz sıkıntılı oldu; ama yine de lezzetliydi. Fotoğrafı kardeşim çekmiş, henüz ben tamamlamadan sofrayı. Yine istediğim gibi bir fotoğraf olmadı elimde :) 

Salı, yani bayram sabahı erkenden uyanıp kayınvalideme götürmek üzere patatesli poğaça yapmaya niyetlenmiştim; ama ne yazık ki erken kalkamadım. Kayınvalidemin telefonuyla uyandık da neyseki eşim bayram namazına yetişebildi. Ben de o arada hemen poğaçalarımı yapmaya koyuldum. Fazla fazla yaptım bir de, annemler Rize'ye giderken yanlarında yolluk olsun dedim ;) Eşim camiden gelince, birlikte ilk bayramımızı kutladık. Sonra hazırlanıp kayınvalidemlere kahvaltıya gittik. 
Oraya gelen giden misafirlerle bayramlaşıp, yenilip içildikten sonra doğruca önce babannemle dedemi, sonra da annem babam ve kardeşimi görmeye gittik. Annem bize süper bir sofra kurdu. Onca yemiş içmişliğimize rağmen dayanamadık yine yedik içtik. Çok fazla oturup da onları da uykusuz bırakmak istemedik, zira ertesi sabah Rize yolcusuydular. Ki şmdilerde Rize dağbaşında püfür püfür oturuyorlar :) Ah bu sene zaten kim yok ki Rize'de. Herkes benim evlenmemi beklermiş gibi orda bu bayramda. "Benim için de bol bol gezin eğlenin" diyorum her konuştuğuma :)

Bayramın 2. günü yine bayram ziyaretlerindeydik. Eşimin dedesine, ordan başka bir tanıdıklarına ordan da dedeme geçtik Ümraniye'ye. Dayımları, Ankara'dan gelen teyzemi, kuzen Salih ve eşi Gamze'yi görüp bayramlaştık. 


Bayramın 3. günü artık İstanbul'da kalmayalım dedim ve bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi eşimin abisi eltim ve minik delikanlı Emirhan'la Edirne yoluna koyulduk. Açıkcası Edirne beni çok şaşırttı. Niyeyse hayalimde daha gelişmiş bir şehir bekliyordum ben. Orda da dediğim gibi Osmanlı padişahları ne yapmışsa o kadarla kalmış garip Edirne.

Edirne Selimiye Camii'nin yapımına 1568 yılında başlanıp, 1575'te ibadete açılmıştır. II.Selim'in Mimar Sinan'a yaptırmış olduğu bir camidir. Mimar Sinan Ağa'nın ustalık eseri olduğunu hepimiz az çok biliriz zaten. Buradaki ustalıktan kasıt sanırım yekpare bir kubbeyle bu boyutlarda ve bu yükseklikte bir alanı kapatabilmesiyle ilgili olsa gerek. Aşağıda wikipedia alıntısında kubbeye dair bilgilerden fikir sahibi olabiliriz.

"Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler."





Edirne Selimiye Cami'nin ardından yolumuz Eski Cami'ye çevrildi. Eski Cami'nin yapımına 1403'te başlanmış, 1414'de tamamlanmış. Bu camiye girdiğimde ilk hissettiğim tamamıyla huzurdu. Saatlerce oturup etrafı izleyebilirdim. Selimiye'de elbette güzel bir camiydi; ama kalabalıktan mıdır nedir Eski camii'deki hazzı orada yaşayamadım. Duvardaki devasa hat yazıları en çarpıcı kısımlarıydı. Tabi ahşap işlemeleri de harikaydı. 




Eski Camii'den sonra daha fazla açlığa dayanamayıp meşhur diye tavsiyeler aldığımız Aydın Ciğercisinin yolunu tuttuk ve karşılaştığımız kuyruk bizi şoka uğrattı. İnsanlar daha içeriye girebilmek için metrelerce kuyrukta bekliyorlar. Bir süre biz de bekledik; ama beklemenin saçma olacağını düşünüp, Meşhur Edirne Ciğercisi Kazım Usta'nın yerine gittik. Kazım Usta'yı da işinin başında görünce çok hoşumuza gitti. 1,5 porsiyonluk ciğerlerimizi mutlu mesut mideye indirdik. Zira benim gibi ciğer sevdalısı biri için oldukça harikaydılar. Çok lezzetliydiler yaa, Edirne Kırkpınar Köftecisi'nde yediklerimize hiç benzemiyordu, ah olsa da yesem :)


Karnımızı doyurduktan sonra küçük Edirne turumuza Üç Şerefeli Cami ile devam ettik. Bu camiyi 1443-1447 yılları arasında II.Murat tarafından yaptırılmış. Bu camideki ilk ise revaklı avlunun ilk defa burada uygulanmış olmasıymış. Bu caminin içinde diğer camilerde pek rastlamadığım süslemeler vardı. Camiye adını veren minarenin 3 şerefesi var ve her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktaymış. 




Son durağımız ise Beyazıt Külliyesi'ydi. Külliyeye girer girmez sizi harika bir avlu karşılıyor. Yemyeşil, sessiz mis gibi lavanta kokan bir avlu. Külliyenin içinde zamanında ruh hastalarının su sesi, müzik ve güzel kokularla tedavi edildikleri bir darüşşifası varmış. Şuanda da sağlık müzesi olarak korunmaktaymış; ama biz kapalı olduğu için orayı gezemedik ne yazık ki. Caminin içinde kimsecikler olmadığı için biz daha çok dinlenme yeri ve gölgelik olarak kullandık. Tabi bir de Emirhan paşaya da koskocaman bir yatıp yuvarlanma mekanı oldu. Henüz emeklediği için alabildiğine emekleyebileceği halıyı çok sevdi minik civciv. 


Beyazıt Külliyesi'nden sonra daha fazla geç saate kalmamak için İstanbul yoluna koyulduk. Böylece günübirlik Edirne turumuzu kısıtlı mekanlarla da olsa tamamlamış olduk. Geriye çektiğimiz fotoğraflarımız ve tava ciğerinin damağımızdaki tadı kaldı. Arada bir ciğer yemek için gidilebilir :p


Dün de Türkiye Kazakistan maçındaydık. Ama onu bir başka posta saklamalıyım bence ;) Görüşmek üzereee..

4 yorum:

Serra dedi ki...

Kübimmmmmmmmmm :)
Becerikli kuzenim benim, yine neler döktürmüşş..
Herkesin sana selamı var Rize'deki. İnş. bir dahaki sefere hep beraber olabiliriz.
Edirne gitmek istediğim yerlerdendi, sayende gitmiş kadar oldum valla. Eski Camii'deki büyük hatlara bayıldım! Allah yazısının altındaki resmin de çok güzel..
Allah huzurlu bolluk bereket dolu daha nice bayramlar görmeyi nasip etsin bizlere sevdiklerimizle ailelerimizle inşallahh. AMİNN.
Duamı da ettim, ben kaçarr.. :D

Kayhanoviç dedi ki...

Sen baya bir gezinti oldun. Hangi ara yaptın bu kadar şeyi (:

Kitaplikkedisi dedi ki...

Edirne ve özellikle o cami en çok görmeyi istediğim yerlerden biri, ama buralara pek çok uzak :) Bu arada menündeki hiç bir tarifi bilmiyorum mualla nedir kardeşim? "Hani o muallayı sandala atıp" daki muallayı bilirim ben bi tek :))) lebeniye nedir bi de? "gel beni ye" der gibi :)) öperim fistuk

sakrep dedi ki...

hayatım artık biz edirneye senin rehberliğinde gitmek istiyoruzzzzzz :)))) o çorbada nesı ayol adını bılem hiç duymadım cahilim cahil netcesun masallah masallah ellerıne saglık .

3 Eylül 2011 Cumartesi

Ramazan Bayramımız

Evett.. Ramazan ayı da geçip gitti. Hatta bayramı bile bitirdik. Sayılı günler ne de çabuk geçiyor değil mi?

Ramazan bitmeden önce son soframı paylaşmak istedim; ama bir türlü fırsat olmadı. Son iftar soframı annemler ve kayınvalidemler için kurdum. Menüm şu şekildeydi;
  • Lebeniye Çorbası
  • Muâllâ
  • Karalahana dolması(kayınvalidem'den)
  • Köz patlıcanlı biberli börek
  • Pratik güveç
  • Pilav
  • Etimek tatlısı
Pratik güvecim biraz fiyasko oldu; çünkü kemikli et almışım güveçlik diye. Kemikli olmasına rağmen yine de lezzetliydi diyebilirim belki. Bir de etimek tatlım biraz sulu olmuş. Sanırım etimeklerin üzerine eklediğim karamelli su fazla gelmiş. Servis esnasında biraz sıkıntılı oldu; ama yine de lezzetliydi. Fotoğrafı kardeşim çekmiş, henüz ben tamamlamadan sofrayı. Yine istediğim gibi bir fotoğraf olmadı elimde :) 

Salı, yani bayram sabahı erkenden uyanıp kayınvalideme götürmek üzere patatesli poğaça yapmaya niyetlenmiştim; ama ne yazık ki erken kalkamadım. Kayınvalidemin telefonuyla uyandık da neyseki eşim bayram namazına yetişebildi. Ben de o arada hemen poğaçalarımı yapmaya koyuldum. Fazla fazla yaptım bir de, annemler Rize'ye giderken yanlarında yolluk olsun dedim ;) Eşim camiden gelince, birlikte ilk bayramımızı kutladık. Sonra hazırlanıp kayınvalidemlere kahvaltıya gittik. 
Oraya gelen giden misafirlerle bayramlaşıp, yenilip içildikten sonra doğruca önce babannemle dedemi, sonra da annem babam ve kardeşimi görmeye gittik. Annem bize süper bir sofra kurdu. Onca yemiş içmişliğimize rağmen dayanamadık yine yedik içtik. Çok fazla oturup da onları da uykusuz bırakmak istemedik, zira ertesi sabah Rize yolcusuydular. Ki şmdilerde Rize dağbaşında püfür püfür oturuyorlar :) Ah bu sene zaten kim yok ki Rize'de. Herkes benim evlenmemi beklermiş gibi orda bu bayramda. "Benim için de bol bol gezin eğlenin" diyorum her konuştuğuma :)

Bayramın 2. günü yine bayram ziyaretlerindeydik. Eşimin dedesine, ordan başka bir tanıdıklarına ordan da dedeme geçtik Ümraniye'ye. Dayımları, Ankara'dan gelen teyzemi, kuzen Salih ve eşi Gamze'yi görüp bayramlaştık. 


Bayramın 3. günü artık İstanbul'da kalmayalım dedim ve bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi eşimin abisi eltim ve minik delikanlı Emirhan'la Edirne yoluna koyulduk. Açıkcası Edirne beni çok şaşırttı. Niyeyse hayalimde daha gelişmiş bir şehir bekliyordum ben. Orda da dediğim gibi Osmanlı padişahları ne yapmışsa o kadarla kalmış garip Edirne.

Edirne Selimiye Camii'nin yapımına 1568 yılında başlanıp, 1575'te ibadete açılmıştır. II.Selim'in Mimar Sinan'a yaptırmış olduğu bir camidir. Mimar Sinan Ağa'nın ustalık eseri olduğunu hepimiz az çok biliriz zaten. Buradaki ustalıktan kasıt sanırım yekpare bir kubbeyle bu boyutlarda ve bu yükseklikte bir alanı kapatabilmesiyle ilgili olsa gerek. Aşağıda wikipedia alıntısında kubbeye dair bilgilerden fikir sahibi olabiliriz.

"Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler."





Edirne Selimiye Cami'nin ardından yolumuz Eski Cami'ye çevrildi. Eski Cami'nin yapımına 1403'te başlanmış, 1414'de tamamlanmış. Bu camiye girdiğimde ilk hissettiğim tamamıyla huzurdu. Saatlerce oturup etrafı izleyebilirdim. Selimiye'de elbette güzel bir camiydi; ama kalabalıktan mıdır nedir Eski camii'deki hazzı orada yaşayamadım. Duvardaki devasa hat yazıları en çarpıcı kısımlarıydı. Tabi ahşap işlemeleri de harikaydı. 




Eski Camii'den sonra daha fazla açlığa dayanamayıp meşhur diye tavsiyeler aldığımız Aydın Ciğercisinin yolunu tuttuk ve karşılaştığımız kuyruk bizi şoka uğrattı. İnsanlar daha içeriye girebilmek için metrelerce kuyrukta bekliyorlar. Bir süre biz de bekledik; ama beklemenin saçma olacağını düşünüp, Meşhur Edirne Ciğercisi Kazım Usta'nın yerine gittik. Kazım Usta'yı da işinin başında görünce çok hoşumuza gitti. 1,5 porsiyonluk ciğerlerimizi mutlu mesut mideye indirdik. Zira benim gibi ciğer sevdalısı biri için oldukça harikaydılar. Çok lezzetliydiler yaa, Edirne Kırkpınar Köftecisi'nde yediklerimize hiç benzemiyordu, ah olsa da yesem :)


Karnımızı doyurduktan sonra küçük Edirne turumuza Üç Şerefeli Cami ile devam ettik. Bu camiyi 1443-1447 yılları arasında II.Murat tarafından yaptırılmış. Bu camideki ilk ise revaklı avlunun ilk defa burada uygulanmış olmasıymış. Bu caminin içinde diğer camilerde pek rastlamadığım süslemeler vardı. Camiye adını veren minarenin 3 şerefesi var ve her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktaymış. 




Son durağımız ise Beyazıt Külliyesi'ydi. Külliyeye girer girmez sizi harika bir avlu karşılıyor. Yemyeşil, sessiz mis gibi lavanta kokan bir avlu. Külliyenin içinde zamanında ruh hastalarının su sesi, müzik ve güzel kokularla tedavi edildikleri bir darüşşifası varmış. Şuanda da sağlık müzesi olarak korunmaktaymış; ama biz kapalı olduğu için orayı gezemedik ne yazık ki. Caminin içinde kimsecikler olmadığı için biz daha çok dinlenme yeri ve gölgelik olarak kullandık. Tabi bir de Emirhan paşaya da koskocaman bir yatıp yuvarlanma mekanı oldu. Henüz emeklediği için alabildiğine emekleyebileceği halıyı çok sevdi minik civciv. 


Beyazıt Külliyesi'nden sonra daha fazla geç saate kalmamak için İstanbul yoluna koyulduk. Böylece günübirlik Edirne turumuzu kısıtlı mekanlarla da olsa tamamlamış olduk. Geriye çektiğimiz fotoğraflarımız ve tava ciğerinin damağımızdaki tadı kaldı. Arada bir ciğer yemek için gidilebilir :p


Dün de Türkiye Kazakistan maçındaydık. Ama onu bir başka posta saklamalıyım bence ;) Görüşmek üzereee..

4 yorum:

Serra dedi ki...

Kübimmmmmmmmmm :)
Becerikli kuzenim benim, yine neler döktürmüşş..
Herkesin sana selamı var Rize'deki. İnş. bir dahaki sefere hep beraber olabiliriz.
Edirne gitmek istediğim yerlerdendi, sayende gitmiş kadar oldum valla. Eski Camii'deki büyük hatlara bayıldım! Allah yazısının altındaki resmin de çok güzel..
Allah huzurlu bolluk bereket dolu daha nice bayramlar görmeyi nasip etsin bizlere sevdiklerimizle ailelerimizle inşallahh. AMİNN.
Duamı da ettim, ben kaçarr.. :D

Kayhanoviç dedi ki...

Sen baya bir gezinti oldun. Hangi ara yaptın bu kadar şeyi (:

Kitaplikkedisi dedi ki...

Edirne ve özellikle o cami en çok görmeyi istediğim yerlerden biri, ama buralara pek çok uzak :) Bu arada menündeki hiç bir tarifi bilmiyorum mualla nedir kardeşim? "Hani o muallayı sandala atıp" daki muallayı bilirim ben bi tek :))) lebeniye nedir bi de? "gel beni ye" der gibi :)) öperim fistuk

sakrep dedi ki...

hayatım artık biz edirneye senin rehberliğinde gitmek istiyoruzzzzzz :)))) o çorbada nesı ayol adını bılem hiç duymadım cahilim cahil netcesun masallah masallah ellerıne saglık .